Sunday, January 29, 2012

Küçük, komik tesadüfler; ya da Tarihçiyle Dedektifin Tuhaf İlişkisi

-ya da tesadüfî keşifler!

Üzerinde çalıştığınız konularda bazen küçük, komik şeyler keşfedersiniz hani; hiç beklemediğiniz bir anda, hiç beklemeyeceğiniz şekilde bir kitabın satırları arasından bir şey fırlayıverir --bir 'ip ucu'-- ve işte o ipin, aslında çok başka şeyleri nasıl da bağlayıverdiğini fark ederseniz heyecanla. Sanki zaman zaman üzerinde uğraşıp, hiçbir vakit bir sonuca varmadan aklınızın bir köşesine kaldırdığınız bir parçalar, fikirler yığını birden, o satırların arasından çıkıveren o 'ip ucu' ile birleşiverir; bir şeyler bir araya gelir, bütünleşir, ve siz o bütünü mümkün kılan 'ip uçlarını'n nereden geldiğini bilen tek kişi olmanın hafif isterik, heyecanlı tadını duyarsınız. Sadece size ait bir sır gibi, kendi zihninizdeki düşünce ağlarının nasıl örüldüğünü bilen tek kişinin yalnızca siz olduğunuz gerçeğinin verdiği o tuhaf zevk.

Tarihçiliğin büyük oranda 'dedektiflik' olduğu malumdur; kaynaklarda iz sürmek, izlere temkinli yaklaşmak, muhtemel sonuçlar çıkarmak ve ortaya bir tez sürmektir aslında mesele. Bir başkası sizden sonra başka izler bulur, ya da sadece var olan izleri farklı şekilde yorumlar, ve bambaşka bir sonuca varır. Sonuçta ortada gerçek yoktur, muhtemel gerçeklikler vardır; sürekli değişmeye, kabul ve retlere açık, kaypak bir zemin. Araştırmacı, bu çoğu zaman hiç de emin olmayan zeminde az çok tutunabildiğinde, biraz dik durabildiğinde "hatırı sayılır tarihçi" oluyor olsa gerek.

Bir zamandır BBC'nin modern Sherlock Holmes uyarlaması olan Sherlock dizisini takip ediyorum. Şimdiye kadar hiç ilgimi çekmemiş olmasına rağmen -belki biraz da aslında uzun zamandır Viktorya dönemi İngiliz edebiyatı konusuna epey uzak olduğumdan- Conan Doyle'un orjinal roman ve hikayelerini okumak aklımdan bile geçmemişti, fakat yakın zamanda kendimi www.online-literature.com sitesinden bu hikayeleri okurken buldum. Malum, Holmes'un en büyük özelliği 'çıkarım'larıdır; dikkatli gözlem, bu gözlemlerin ortaya çıkardığı kanıksanamaz gerçekler -facts-, ve bu gerçeklerin nisbeten sağlam bir mantık zinciri içinde birbirine bağlanmasıyla olayları çözme yöntemidir bu. Tamamen 'mantıklı'dır, -Doyle'a göre elbette-, tam da bu yüzden sağlamdırlar. Kısaca, ya da başka şekilde söylemek gerekirse, bilimsel bir yöntemdir bu, iflah olmaz şekilde bilimsel.

Daha önce okuyup bitirdiğim fakat tezim çerçevesinde bazı kısımlarına tekrar bakma ihtiyacı duyduğum bir kitapta birden karşıma çıktı Sherlock Holmes. Yazar, görsel malzemenin tarihçiler tarafından nasıl kaynak olarak kullanılacağını etraflıca inceler ve tartışırken birden Sherlock Holmes'la karşılaştım, bir sayfanın başında; derin, tok bir ses, hafif kendini beğenmiş bir tonla konuşurken hem de: "Giysi kollarının önemini anlamanızı asla sağlayamam... ayakkabı bağlarından sarkan büyük mevzuları da."

Aslında kitabın yazarı Peter Burke'ün tarihçilere söylemek istediği şey tam da bu; resimleri, fotoğrafları, imgeleri inceler, onları tarihyazımı için kaynak olarak kullanırken giysi kollarının ne kadar önemli olduğunu unutmayın. Hele ayakkabı bağlarından sarkan büyük mevzuları asla! Sonuçta aynı dönemde benzer konularda resim yapan A ressamıyla B ressamının giysi kollarını resmetme biçimleri pekala iki şahıs -veya dahil oldukları akım, çevre, vesaire- hakkında birbirinden çok farklı sonuçlara götürebilir tarihçiyi. Burke, bunu kendisinden önce söylemiş olan Holmes'un bir tür saygı duruşunu hak ettiğini düşünmüş olabilir, ya da onun bunu söylemek için kendisinden daha uygun bir sesi olduğunu. Haklıdır da.

En tutulan tarihi romanların, kahramanın bir gizemin peşine düştüğü kurgularla yazıldığı malum. İki örnek; biri yabancı, diğeri yerli: Umberto Eco'nun klasikleşmiş Gülün Adı; bir de İskender Pala'nın Katre-i Mâtem'i olsun. Tarihi romanın sabitleri üzerine bina edilmiş iki anlatı -cinayet, entrika, aşk, ve kitap tanıtımı yapılırken kullanılabilecek klişeleşmiş diğer kavramlar. Nihayetinde bir gizemin çözülmesidir kilit nokta; okur çoğu kez hiçbir anlamı yokmuş gibi görünen dağınık kanıtların ortasında bulur kendini, ve roman boyunca yavaş yavaş bir şeyler bir araya gelir, sonunda anlamlı, mantıklı bir şekilde her şey birbirine bağlanır ve okuyucu bir rahatlama hissiyle kapatır kitabı, çünkü gizem çözülmüştür.

Tarihçi de aslında böyle yol alır; tarihî romanın okuru gibi. Çalışacağı konuya ve döneme göre, kendisini bir sürü darmadağın, görünüşte birbiriyle bağlantısı olmayan bir sürü kaynağın -izin, kanıtın- ortasında bulur. Yapılacak şey bellidir: kaostan anlam çıkarmak. Romanın ön ve arka kapakları gibi, belirlediği zaman aralığı onun başlangıç ve bitiş noktalarıdır. Ama aradaki en büyük fark, tarihçinin aynı anda hem okurun, hem de yazarın rolünü üstlenmesidir; kurguyu yapacak, "tarihi yazacak" olan odur, bunu yapmak için "okuyacak" olan, ve bu süreçte her hayal kırıklığını ve her keşfin heyecanını yaşayacak olan da o.

(Tarihle edebiyatın karmaşık örgüsünü çözmeye, tarihe bilim kisvesi altında mumele edip onu edebi köklerinden ayırmaya çalışmak en hafif tabirle absürddür fikrimce. Adı "tarihyazımı" olan bir uğraş, edebiyattan ne kadar çözülebilir ki zaten?)

Tarihçilik bir anlamda dedektiflik, evet. Fakat olayları çözdüğü kadar kurgulayan da bir dedektif tarihçi. Tarihçiden azade tarih yoktur çünkü; geçmiş vardır yalnızca. Galiba tarih bir yerde, geçmişe bakış açılarımıza verdiğimiz isim sadece. Aradaki fark bu.

(Küçük keşifler birden büyüdü; çünkü bu yazıyı yazarken ben, üniversiteye başladıktan tam yedi sene sonra, ilk kez birinci sınıfta karşılaştığım merkezî bir tarihyazımı problematiğine kendi cevabımı -ya da kendi kabul ettiğim cevabı- buldum.)

Kendisinde böyle konularda -dir'li, -dır'lı cümlelerle yazma hakkını gören hafiften ukalalığı da haiz..

Wednesday, January 25, 2012

Origami Bonsai



İlk "origami bonsai"m. Kağıt, guaj boya, yapıştırıcı ve tırnak cilası-- sonuncusu bu iş için satın aldığım tek malzeme. Bu çiçek ve yaprakların katlanışı Benjamin J. Coleman tarafından bulunmuş ve internet ortamında paylaşılmıyor. Fakat kitap -Origami Bonsai- çok cüz'i bir fiyata Amazon.com'dan temin edilinebilir. (Tırnak cilası yapraklarda işe yarasa da, daha önceden hazırladığım çiçekleri gereğinden fazla parlattı. Bu yüzden hazır yaprakların bir kısmıyla birlikte, üç açmış çiçeği de bu bonsai'ye eklemedim. Pek gösterişli görünmüyor -daha uygun bir dal ve guaj/tırnak cilası formülünden daha işe yarar bir boya ile sanırım daha komplex ve hoş bonsailer yapmak mümkün olacak.)

My first origami bonsai. Made of ordinary paper, guache paints, glue, and nail polish as an extra touch. Folds for the blossoms and leaves are designed by Benjamin John Coleman and are not shared on the Internet. The book Origami Bonsai, however, can be bought for a very reasonable price via Amazon.com.



Guajın beklenmedik bir etkisi, kururken matlaşıp kağıdı da büzmesi, böylece "bud" tipi çiçeklere gül tomurcuğu havası vermesi oldu.
An unexpected effect of guache paints: as it dried on the "bud", the color lost its vividness and turned this one into a rose bud.



Yaprak ve çiçekleri kuru dala yapıştırmaya başlamadan önce -üç farklı boyutta yaprak katlamıştım- kaba bir plan yapma ihtiyacı hissettim. Hızlıca dalı çizdim, çiçek ve yaprakları yerleştirdim.. derken biraz kaptırdım. Birkaç gündür kaleme uzanmak istiyor, fakat ne çizeceğimi tam olarak kestiremiyordum; hazır boyaları elime almışken biraz karaladım. Kuru boyaları neden sevdiğimi de böylece tekrar hatırladım.


I felt the need to make a plan for the assembly before attaching the leaves and blossoms to the twig. I quickly sketched the twig and made a rough drawing of the bonsai I envisioned; but then I reached for the color pencils, quite needlessly, I might add... and got carried away. I've been wanting to sketch these past few days, and once I got the excuse, I siezed the opportunity. Reminded me of why I love colored pencils so much.




Elimde fazla yaprak ve çiçekler kaldı, bir de gayet dikenli bir kuru dal... Fakat şimdilik benden bu kadar!

Saturday, January 21, 2012

Yapraklar, Çiçekler...


İlk 'origami bonzai' yavaş yavaş bir araya geliyor.
The first 'origami bonsai' is slowly coming together.

Tuesday, January 17, 2012

Notlar

Önce, (nisbeten) yeni iki kitap:

-Şehir ve Kültür: İstanbul, 2010 yılında İstanbul İl Kültür ve Turizm Ajansı'nın katkılarıyla basıldı. Kitap, Ekim 2011'de gözden geçirilerek ve bir ekstra bölümün eklenmesiyle bu kez Profil Yayınları'ndan çıktı. İstanbul yazarlarından akla ilk gelenlerin hemen hepsi bu kitapta bir araya gelmiş: Murat Belge, Haluk Dursun, İlber Ortaylı, Beşir Ayvazoğlu, Sinan Genim... Ortaya kapsamlı ve kolay okunan bir "İstanbul şehir kültürü" kitabı çıkmış.

Kitabın 2010 basımının .pdf hali, İstanbul İl Kültür ve Turizm Ajansının sitesinde mevcut: http://www.istanbulkulturturizm.gov.tr/belge/1-93628/sehir-ve-kultur-istanbul-kitabi.html

-Bizans: Yapılar, Meydanlar, Yaşamlar, görür görmez aldığım bir kitap. Bizans tarihi araştırmalarının zaten seyrek olduğu bir alanda bu toplama, IFEA'da 2005 yılında gerçekleşen bir dizi Bizans tarihi konferansının sunumlarını içeriyor. Sanıyorum 'Konstantiniyye'yi sahiplenişimizde 'Constantinople'ü göz ardı etmek içine sinmeyenler, bu kitabı zevk alarak okuyacaklardır.

Ocak ayı Toplumsal Tarih'inden notlar:

-Edhem Eldem, L'Illustration'dan Seçmeler köşesini genişletip, Henriette Browne adlı bir İngiliz ressamın İstanbul resimlerini incelemiş. Hem Oryantalism okumasına, bir kadın fail dahil olunca neler olduğuna değinmiş, hem de makalesi, görsel materyalin tarihyazımı için nasıl kaynak olarak kullanılabileceğine harika bir örnek teşkil etmiş.

-Ana dosya, Türkiye'deki arşivler meselesi. Bu makale oldukça aydınlatıcı ve bilgilendirici; Türkiye'de siyasetçiyle tarihçi arasındaki gerilimli ilişkiye yönelik yorumlar bir yana, bu dinamiklerin arşivlerin açılıp kapanmasına etkileri, ve tabii ki, ana başlıklar altında, Türkiye'deki en geniş arşivlerin hangileri olduğu anlatılmış.

-Arkeolojiyle ilgili iki çalışma var: Alamut ve Harput üzerine. Ayrıca, Yenikapı'daki kazı çalışmalarındaki son durum üzerine genişçe bir yazı da kaleme alınmış, ki büyük bir merakla okudum. (Ve yine 'acaba arkeoloji mi okusaydım?' sorusuna geri döndüm. Arkeologlar tarihi ellerinde tutarken, biz tarihçiler üstünde uçuyoruz galiba.)

-Son sayfada, bir kitaptan üç kısa alıntıya yer verilmiş: Konuşan Paralar: Tarih Boyunca Anadolu Kentleri ve Sikkeleri adlı kitapta farklı kentlerden sikkeler ve bu sikkelerle ilintili efsaneler anlatılmış. Alıntılanıp anlatılan üç sikkenin de çok eğlendirici hikayeleri var: biri, Çanakkale Boğazı'nın iki kıyısında yaşayan iki sevgilinin hazin hikayesi, biri ikinci eşinin yalanına inanıp kendi çocuklarını bir sandığa kilitleyerek nehre bırakan kralla ilgili, ve üçüncüsü de Büyük İskender'in Smyrna'yla ilgili rüyası hakkında.


-Diğer iki önemli konu, Dersim'le ilgili iki çalışma, ve Mete Tunçay'ın (tabii ki) 'Türkiye Solu' ile ilgili bir makalesi.

Saturday, January 14, 2012

İki güzel günden geriye kalanlar


Anlatmak istediklerim vardı, fakat kelimeleri bir türlü bulamadım. Meğer iki fotoğrafın içine saklanmışlar.

Sunday, January 8, 2012

And the adventure continues


My origami bonsai experiments have taken another turn when I moved from using pre-colored paper to painting my own. Coleman, in his book, describes the application of watercolor to his origami papers. I, not having watercolor paints in supply, used guache. The main problem I encountered, aside from lack of proper art supplies, is that as the paint dries, the paper becomes too stiff to fold into flowers, even if it were pre-folded. The dry paint on the folds crack and spill.

On the other hand, having painting come into origami, admittedly, excited me like a child. There's an inexplicible joy in playing with paint, mixing them to discover new colors, tones and shades; and even more in watching something you color and shape become a tiny little beauty.


Funnily enough, so far I have completely failed in folding enough blossoms or leaves to make a tiny piece of bonsai. I'm still learning my way around the main folds; my very first blossoms had looked like crumpled pieces of bad quality paper, but the ones I folded last night actually look quite nice (especially if they're not too close in view).

The leaves, on the other hand, while so much easier to fold than the flowers, require just as much attention. The folds for the veins are good indicators, but the leaves require some variety of tone and shading on them as well. Otherwise, they end up looking too bland, and therefore, too unrealistic. When matched with good-looking blossoms, they take away from the beauty of the assembly.

However, it looks like it will still be a few weeks before I manage to make any sort of assembly. Next weekend I will hopefully have completed my art supplies, as well as found good enoug twigs for the bonsai, and then I can genuinely start working on a 'project'.

Until then, off to research I go.

Monday, January 2, 2012

Istanbul boxes and New Origami project


I've been wanting to try it ever since the I've seen Benjamin John Coleman's Origami Bonsai on YouTube. I purchased the book, and have already started on my first project. I'm still learning the folds, but as with everything, the smaller flowers I fold, the sweeter they look. I need some twigs, and time to fold a lot of leaves, but hopefully, the result will be worth the time and effort.

In the meantime, my sister has offered me to use the pictures of old Istanbul engravings on an old wall calendar to make boxes. Here's the result.


The pictures not only made for really nice boxes, but also gave me an exciting idea about a collection. These days, it feels everything wraps itself around the theme of Istanbul, as though it's a powerful magnet that attracts my every thought, and every intention. 

It's slightly dizzying, slightly fearsome as I feel myself being pulled deeper and deeper into this city, spiriling in a brand new dimension, in a way I have never experienced before.

And yet, I do not complain.