Saturday, May 30, 2015

Çini Desenli Suluboya Kartpostallar














































Önceki hafta The Postman's Knock'ta harika bir blog yazısına denk geldim: çini ve seramik desenleri çizip suluboyayla boyamak üzerine harika bir yazı. Bu, gördüğüm anda ne olduğunu anlamadan kendimi yaparken bulduğum projelerden biri oluverdi.

Eliniz biraz kalem tutuyorsa ve daha da önemlisi sabrınız varsa, bir haftasonu başlayıp bitirebileceğiniz, veya hafta içi akşamları stres atmak için yavaş yavaş çalışabileceğiniz o çok dinlendiren projelerden biri bu. Her ince iş gibi, bitince insan pek memnun oluyor (eh, eğer benim gibiyseniz, en azından bakıp bakıp hatalarınızdan başka bir şey göremez oluncaya kadar!)

























Başlamadan önce çekilişten bahsedeyim - ben bunlarla uğraşamam, kazanmak için şansımı denemekle yetinirim dersiniz eğer hani -Bu yazıdaki üç kartı üç güzel insana göndermek için Perşembe günü bir çekiliş haberi vermiştim. Çekilişe katılmak için son gün Pazar akşamı, detaylar için lütfen  Kağıtlık'ın Facebook veya Instagram sayfasına göz atın.

Şimdi, efendim,

Gerekli malzeme:

- İstediğiniz ebatta suluboya kağıdı
- Tercihen 0.5 uçlu kalem
- Mürekkepli çizim kalemi (suda dağılmayan olmalı!),
- Elbette suluboya
- İnce fırçalar (ben aşağıdaki kartlarda 0 ve 1 numara kullandım; daha iri çalışmak için de en fazla 4 numara yeterli)
- Gözden çıkarılmış bir havlu parçası, veya kağıt havlu

Teknik, tam tahmin edeceğiniz gibi: kullanacağınız kağıt/kartonu istediğiniz ebatta karelere böldükten sonra ister bulup beğendiğiniz, ister kendi tasarımınız bir deseni, tercihen yumuşak uçlu bir kalemle, çok bastırmadan çizmekle başlıyorsunuz. İlk kez deneyecekseniz, eliniz çok düzgün değilse, çıldırıp yarıda bırakma riskini de göze almak istemiyorsanız iri motiflerle başlayın.


Kareleri çizme aşaması beni orta okul coğrafya derslerine götürdü, hikmetine hâlâ erişemediğim bir sebepten harita çizdirirlerdi hani ödev mahiyetine. İleride böyle şeylerle uğraşırken faydası olsun diye düşünülmemiştir elbet ama tecrübe boşa gitmiyor demek hayatta.


Motif ve desen bulmak için Pinterest'in üstüne yok: örneğin Portekiz çinileri o koyu lacivert renkleriyle beni pek cezbetti, İspanyol desenlerininse renkleri capcanlı. Veya benim gibi klasikleri seviyorsanız, tarihi bir yapının görsellerini aratıp klasik motifleri bulabilirsiniz. (Benim gözüm İznik çinilerinde ama henüz cesaretimi toplayamıyorum!)

Son bir not: aman bununla nasıl uğraşılır? sorusu hâlâ zihninizin üst kısımlarından uçuşuyorsa hafiften, bu işin büyük ölçüde tekrardan ibaret olduğunu hatırlatmak isterim. İlk karoyu bitirin, ikincisi daha rahat, üçüncüsü ve gerisi çok daha rahat gelecek. Genel simetriyi bir kez kavradıktan sonra gerisi kolay.

Ben motife tam girmeden önce karelerimin çizgilerinin hafifçe içinden mürekkeple çizerek tek tek karoları belirttim. Bu önemli çünkü aradaki boşlukları göstermezseniz herhangi bir yüzey (mesela kumaş) gibi görünecektir. Bunları cetvel kullanmadan çizmek daha iyi, aksi takdirde gerçekçi olmaktan ziyade Photoshop'tan çıkmış gibi görünüyor - ki o kadar uğraşacak olduktan sonra bunu kimse istemez.



























Tüm motifi bitirdikten sonra ince ince, dikkatle mürekkeple üstünden gidiyoruz, ve mürekkebin kuru olduğundan emin olduktan sonra alttaki kurşunkalem izlerini siliyoruz.

Sonra işin zevkli kısmı: boyaları ve en incecık fırçaları çıkarıp, dilimiz dişimizin arasında, kaşlar çatılmış, nakkaşhane üstadları havasında başlıyoruz çalışmaya.

Fırçayı kağıda dokundurmadan önce suluboyayla ilgili çok önemli birkaç şey var.

İlk önce mutlaka başka bir kağıtta -tercihen aynı dokuda- kullanacağınız renklere karar verin. İnce ve bir oturuşta bitmeyecek bir iş olduğundan, çok ara tonlara girmeyin derim çünkü ilk karışım bitince aynısını tekrar tutturamazsanız canınız sıkılır.



İkinci çok önemli nokta, fırçaya aldığınız boyanın sululuk oranı. Desenlerde ince çalışacağınız ve renginizin yoğun olmasını istediğinizden boya kesinlikle sulu olmamalı - yanınızda bir bez veya kağıt havlu parçası olsun, fırçayı suda temizledikten sonra mutlaka fazlasını emdirin. Ben fırçaya her yeni boya aldığımda müsvedde kağıda ufacık sürüp rengi ve yoğunluğunu kontrol ediyorum.

Gerisi sabır ve dikkatten ibaret. Arada durup söyle bir geri çekilip ortaya ne çıktığına bakmak pek keyifli oluyor.




Ben ince ve minik çalışma eğilimli olduğumdan elimdeki kartonları kart şeklinde katlayıp hazırladım. Daha iri çalşmalar, TPK'daki gibi çerçevelenip asılabilir. Bunları yazarken aklıma iki şey daha geldi: gerçek birer karo boyutunda dört ayrı motif hazırlanıp, ayrı ayrı çerçevelenip grup halinde asılırsa harika olabilir. Veya müthiş bir defter cildi - kapağın üzerine yapıştırılıp üzerinden asetat veya benzer bir koruyucu kaplama ile gitmek yeterli olacaktır.


Başka fikri olan var mı?  Sorusu veya önerisi? Umarım hoşunuza gitmiş, heveslendirmiştir sizi bu yazı. Mutlaka deneyin derim, deneyin ve paylaşın yaptıklarınızı. Hatta paylaşımınızda Kağıtlık'ı etikletleyin, ben de paylaşayım. :) Kolay gelsin.


Friday, May 22, 2015

Some art philosophizing for a Friday evening

At what point does anyone earn the right to call themselves an artist?

Who is an artist? If you look at Instagram, half the world I presume. Does anyone who can yield a pencil or brush justifiably and legitimately become an "artist" by definition?

Not that I oppose to it. My problem is that by that extremely wide and admirably forgiving definition I am definitely an artist, yet I can never use that word for myself comfortably. It just doesn't fit.

Is what I do really art?

The sheer vagueness of what defines or constitutes art has always been a problem that intrigues me. To me there needs to be that very intangible thing, that very something behind and over the skill that goes into the creation of the work in order to make it "art". But then, does the fact that that something may not be shining through the work itself mean it is not there, that it was not there during the process?

Am I still having too much difficulty peeling off the Romantic layer draped over this issue so long ago?

Does anyone know what art is at this age? Aren't we way past post-structuralism? What happened to art afterwards?

I'm definitely really behind in doing some art history reading, but it begins feel like I've lost sight of the line between the realms of art as it exists and is practiced, and of art history that busies itself with its philosophizing. (Did I invent the term by the way? Is there such a word? If yes, is art-philosophizing out of the realm of art history?)

"Hi everyone. I am artist."

Maybe it is the English language and how the word has come to possess an everyday meaning in it, rather than the grander meaning I associate with it as a non-native speaker. Translate it into Turkish and you get an even grander word that carries tons of worlds within. Just imagining how it would sound if I said I'm an artist in Turkish:

"Merhaba, ben sanatçıyım."

Laughable. Not just me but anyone who'd voice that sentence would sound outright ridiculous or simply overly presumptuous.

So I can minimize my problem to a single question. Artist is obviously a public good term in English. So what is its equivalent in Turkish? Because it is definitely not the word you'd find in the dictionary.

So hi eveyone! I am a drawer.

... At least it's decidedly non-Romantic!

(The less obvious but bigger question must be why this post is in English at all considering its central issue. Believe it or not, my non-existent reader, it is much easier to philosophize in English about these topics. Translate terms into Turkish and it looks/feels alien.)

So I'm done being unable to conjure a solid argument and convince myself for tonight. Until it comes back to nag me some other time..

Sunday, May 10, 2015

Suluboya Maceraları II: Çelenkler ve Kuşlar



Suluboyaya iyice sardım.. Ama böyle olacağı belliydi zaten. Geçtiğimiz hafta, pek severek takip ettiğim inkstruck'ta bir suluboya çelenk tutorial'ı yayınlandı. Tamam, tam bana göre dedim, attım elimi fırçaya - ama tutun ki suluboyalarımın en sık kullandığım iki rengi, sarı ve beyaz tamamen bitmiş. Hoppala.. Ne yapacağım? Bekleyemem ki Kadıköy'e yolumun düşeceği günü ki gidip malzemelerimi tamamlayayım, hevesim kaçar. Ne yaptım; kötü bir şey. Gerektiği yerde sarı ve beyaz suluboya yerine akrilik kullandım.



Tamam şimdi ya bir kaşınız havaya kalktı ya da omuz silktiniz. Ne var yani? Ne var'ı şu ki ne suluboyayı ne de akriliği tanımamış biri olarak ikisini karıştırınca ortaya çıkan boya epey gıcık bir şeydi. Kıyamet kopmadı tabii, benim de resim yapma hevesim kursağımda kalmadı, ama yine de, benden tavsiye, karıştırmayın bunları.

Sebebi de şu: suluboya opak ve canlı, zengin bir renk elde edebiliyorsunuz. Akrilikse sert, kapatıcı ve renkler düpedüz donuk. Fırçaya aldığım karışım ne kadar sulu olursa olsun, içinde akrilik olduğundan suluboyanın akışkanlığında olmuyor, yani karışımı kağıdın üzerinde itip kakmam gerekti epey. Renklerin soluşu canımı sıktı sonra.


Yine de bunca şikayet etmeme rağmen, birkaç denemeden sonra boyanın kıvamına alıştım. O da bana alıştı herhalde..































Bu çelenk işi gerçekten hoşuma gitse de, sanırım aslında onlara bakmayı kendim yapmaktan daha çok seviyorum. Bilmiyorum, çelenk formunda açıklayamadığım, beni zorlayan bir şey var. Ya da belki o anlamadığım şeyi çözebilmek için daha da çok uğraşacağım bu işle.

Bu arada tüm bu yaprak çiçek böcekten sonra nihayet malzeme stoğumu yenileyebildim neyse ki.(Buraya kocaman bir parantez açıyorum. Ben genelde kullandığım malzemeleri özellikle sanat malzemeleri satan bir yerden alıyorum. Şu an kullandığım -sarısı ve beyazı biten- suluboya seti 12 tüp boyadan oluşan Daler Rowne. Fiyatı gayet makul, kullandığım kadarıyla kalitesinde de bir sorun yok. Bugün fırçaları, kalemleri aldıktan sonra mağazadaki çalışanlardan birine suluboya sordum. Onca çeşit boya içinde adam beni ufacık, kapağı kilitli bir dolabın önüne götürdü ve içinden bir kutu tüp boya seti çıkarıp gösterdi. Fiyat sordum. Öyle bir fiyat söyledi ki adam kalakaldım. Herhalde o kadar pahalı olduğu için kilitli dolapta tutuyorlar! "Suluboya fiyatları hep böyle mi?" diye sordum, evet, hep böyledir dedi ciddi ciddi. Başka yok mu peki? Yok. Bıraktım tabii, ama epey de bozuldum. Derken tesadüfen dükkanın bir köşesinde benim setin aynısı gördüm. Adamın gösterdiği setin fiyatının altıda biri fiyatı! Ama benim tam bir sete ihtiyacım olmadığından onu da bıraktım. Bunları "adını vermediğim ama Kadıköy deyince hangisi olduğunu muhtemelen anladığınız mağazaya gitmeyin" diye yazmadım, tabii- ama eğer Kağıtlık'ta çoğu zaman olduğu gibi kendi kendime yazmıyorsam ve bu yazıyı suluboyayla ilgilenen bir Allah'ın kulu okursa hani, böyle adamlara kanıp korkunç fiyatlar karşılığı profesyonel malzeme satın almaya kalkmasın, benden söylemesi. Uyduruk fırça hediyeli Faber Castell'in suyu mu çıktı? Çıkmamış, ben aldım, ondan biliyorum. Ama bu yazıyı henüz Faber Castell'i denemeden yazmıştım, bu hafta denedim - aşağıdaki kuşlar örnektir - ve bunun kesinlikle kötü olmasa da Daler Rowne kadar iyi olmadığını gördüm. Suluboya doğal olarak kuruduğu zaman birazcık soluyor zaten, ama tüp boyalarla yaptığım ağaç dallarında renkler gayet canlı kalmıştı. Demek ki, arada pek fazla fiyat farkı olmadığına göre bulursanız Rowne, Castell'e yeğdir. Hazır malzemelerden bahsetmişken- palet almaya da gerek yok fikrimce. Belki biraz fazla elim sıkıdır bilmiyorum, ama ben mutfak dolaplarının birinin dibinde eski bir buz kalıbı buldum, onu kullanıyorum. Maymun iştahımla her heves ettiğim şeye malzeme alacak olsam çoktan batmıştım. :)

Bu arada, uzun zamandır istediğim çizim kalemlerinden de aldım - suya dayanıklı mürekkepli olanlardan. Onları test etmek için de kuşçuklar çizdim. Pinterest yokken ne yapıyorduk biz sahi?







Blogu seyrek güncellesem de Instagram'a sık sık bir şeyler koyuyorum, yani yine teorik olarak bu yazıyı birileri okudu da sonunda geldiyse, Instagram'a da beklerim kendilerini. Sağlıcakla kalınız.